TOPLUM VE AİLEDE ŞİDDET
Gün geçmiyor ki toplumda yaşanan bir şiddet olayını duymayalım. İnsan TV de haber seyretmek dahi istemiyor. İnsanlar nasıl bu hale geldi? Afganistan kan gölü, İsrail yine çocuk öldürdü (Yeni Asya, 6 Mayıs 05) , Vahşete beraat Felluce operasyonu sırasında bir camideki silahsız yaralıları katleden Amerikalı asker “suçsuz bulundu.(Yeni Asya, 6 Mayıs 05). Bu gibi tüm dünyayı ilgilendiren çok boyutlu şiddet olaylarını hemen her gün okuyoruz. Kalbimiz, ruhumuz yaralanıyor. İnsanlar birbirlerine uyguladıkları vahşi şiddet muameleleri yetmezmiş gibi dünyadaki tüm canlılara da aynı gaddarane davranışı sergiliyorlar. Yakılan ormanlar. Öldürülen hayvanların neticesinde zarar yine insana dokunuyor. Ama o buna aldırmadan katliamlarına devam ediyor. “Katliama çıplak protesto (Kanada’nın Newfoundland bölgesinde 29 Mart’tan bu yana devlet izniyle devam eden fok katliamına Amerikalı hayvanseverler de sert tepki gösterdi. (Hürriyet 9 Nisan 2005)”
Her gün dünya barışını tehdit eden böyle haberlerle sarsılıyoruz. Aile içi şiddet olayları ise artık sütunları doldurmakta, ciğerleri yakmakta. İşte onlardan bazı kesitler: “Aksaray’da cinnet 3ölü, 1 yaralı.” “Üvey kızını işkence yaparak öldürdü.” (Tercüman 25 Nisan 2005)
“Yemeği geç yapan eşini bıçakladı.”(Dünden bugüne Tercüman 22Nisan 2005)
“Ali Sami Yen’de öğrenci bıçaklandı..(Dünden Bugüne Tercüman 2005-05-13)
“Bakıcı dehşeti”(Dünden Bugüne Tercüman 13 Nisan 2005)
“Bebeğini tuvalet camından attı. (Halka ve olaylara Tercüman 11Nisan 2005)
Evet, nedir şiddet denilen şey? Bir anneye bebeğini camdan attıracak saik ne olabilir? Duygular mı, düşünceler mi, hayat şartları mı, eğitim sistemimiz mi, ahlak anlayışımız mı dumura uğramış?
MANEVİ HAYATIMIZA YÖNELTİLEN ŞİDDET: BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI
Bir yerlerde terslik olduğu muhakkak. Bu tersliğin en bariz göstergesi ise başı örtülülere reva görülen zulüm. Gazeteler başörtülülerin çektiği çilelerle doluyor her gün. İşte şiddetin belki de en kötüsü olarak adlandırabileceğimiz bir durum. Bir insan üstelik kendine ve etrafına hiçbir şekilde zarar vermediği halde herhangi bir yerini açmaya zorlanıyor. Bu nasıl bir şeydir anlamak mümkün değil. “Zorla örtme yok, açmak var.” (Yeni Asya 28 Nisan 2005)
“İkna odalarında neler oldu?” “İkna odaları kitabının yazarı Gülşen Demirkol Özer, genelde başörtüsü yasağının, özelde ise ikna odalarının üzerinin örtülmeye çalışıldığını, başörtülü olarak okuma ve çalışma hakkını taleplerine “bayatlamış bir konu olarak bakıldığını dile getirdi ve ekledi: “Siz aç iseniz sürekli açlığınızdan bahsettiğiniz için suçlanamazsınız.” (Yeni Asya 4 Mayıs 2005)
Ve bu çoğunluğu Müslüman olan ülke başörtülü kız çocuklarını okutabilmek için yurt dışına göndermek zorunda kaldı. “Başörtülülere Viyana’da yasak yok.”(Yeni Asya 6 Mayıs 2005) Demek eğitimde şiddet sadece sınıfta çocukları dövmekle olmuyormuş. Onları okul binalarına dahi sokmayarak gurbet ellere yollamak da bir şiddet göstergesi değil mi? Burada kendi yaşadığım trajikomik bir olayı anlatmak isterim. Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi bölümünde okuyordum. Bazı derslerimizi Eczacılık Fakültesi binasında alıyoruz. Fakat derse başörtülü girmeme hoca izin verdiği halde binadan içeri alınmıyorum. Kendisi doçent olan bir bayan hoca kapıda nöbet tutmuş başörtülü ayıklıyor. Kalabalığın arasında içeri girmeyi başardım. Hoca arkamdan hem bağırıyor, hem koşturuyor. Ben durur muyum, ben de koşa koşa anfiye giriyorum. Şükür ki hoca banma yetişemedi. Böyle köşe kapmacalarla nihayet ikincilikle mezun olduk. Fakat bu sefer de diploma törenine alınmadık. Bunlar 80’li yıllarda kaldı demeyi ne kadar çok isterdim. Maalesef günümüzde bu şiddetin boyutları giderek artıyor. Artık mezuniyet törenlerine katılmak isteyen başörtülü veliler de, ödülünü almaya gelen avukatın başörtülü eşi de üniversite sınırlarına giremiyor. Dahası görevini yapmaya gelen başörtülü gazeteciler de içeri alınmayarak çağdaşlık yolunda ilerleme kaydediliyor!
Başörtüsü yasağı manevi hayatımıza yöneltilen bir şiddet unsuru ve acilen çözüm bekliyor.
AİLEDE ŞİDDET
Toplum ailelerden oluştuğuna göre şiddetin tohumları ailede mi atılıyor diye insan düşünmeden edemiyor. Aile: İnsanın sığınağı, eğitim yuvası, cennetten bir köşe olmalı. Şiddetin olduğu bir yerde sığınmaktan söz edilebilir mi? Şiddetin olduğu bir yerde sağlıklı eğitimden söz edilebilir mi? Şiddetin olduğu bir yerde insan cennet hayatı yaşayabilir mi? Son günlerde çeşitli tv programlarında devamlı mağdur kadınlar ele alınıyor ve onların dertlerine derman olunmaya çalışılıyor. Her ne kadar meselelerin ortaya konuş biçimini ve çare arama yöntemlerini tasvip etmesek de şu bir gerçek olarak ortaya çıkıyor ki: kadınlar dövülüyor.Dövülen kadın hem fiziksel hem de ruhsal olarak yara alıyor. Bunun yanında dövülen kadın terbiye etmeye çalıştığı çocuklarının yanında küçük düşüyor. Onların yanında aşağılanması çocukların anne veya kadın imajına yanlış bakış açılarıyla bakmasına neden oluyor. Uzmanlar çocuğunuza yapacağınız en büyük iyiliğin eşinizi sevmek olacağını bildiriyorlar. Neden? Çünkü ancak o zaman çocuk kendini güvende ve mutlu hisseder. Karısını ve çocuklarını döven bir erkeğin ise mutlu olacağını herhalde kimse söyleyemez.
DÖVÜLEN KADIN NE HİSSEDER
“Kocam beni dövdüğü zaman”
“Kendimi çok değersiz hissediyorum.Diğer insanların yanında kendimi çöpe atılmış bir paçavra sanıyorum. Kendime güvenim hiç yok. Yapabileceğim işleri de yapamaz hale geliyorum.
“Kocam beni dövünce her şeyi bir hiç uğruna yapmışım diyorum. Derin bir üzüntüye garkoluyorum. Bu üzüntüden ölecek gibiyim.”
“Kocam beni dövdüğü zaman ona karşı çok hırslanıyorum.Dilime ne gelirse söylüyorum.Bu sefer ikimizin nefreti de çoğalıyor.Ya onu, ya kendimi öldürsem rahatlayacak gibiyim.”
“Kocam beni sık sık dövdüğü için akşam o geleceği saatler başıma ağrı saplanıyor. Yüzüm hiç gülmüyor. Bu sefer o şikayet ediyor, yüzüm asık diye.
Halbuki benim içimde bir korku oluşuyor. Başım da ağrıyınca gülecek halim kalmıyor. Üstelik onun yüzüne bakınca beni döverkenki hali gözümün önüne geliyor. Asla sevemiyorum. Ama ne yapayım bir tahsilim, bir mesleğim yok çocuklarımın hatırına katlanıyorum.”
Bunlar aile içinde kocalarından dayak yiyen kadınların sözleri. Hemen hepsinin bu duruma katlanma nedenleri çocukları, ekonomik yetersizlikleri, gidecek yerlerinin olmayışı.
Burada çok çarpıcı bir durum var ki üzerin durulmaya değer. Kadının seneler boyu bu derdi çekmesinin altta yatan bir sebebi de şu; Dövülen kadın kendisine açılan bu yarayı yine kocasının sarmasını istiyor. Hani hastalıklarda sebebe göre tedavi vardır ya, bu onun gibi bir şey.Onun için derdini kimseye açmıyor, açamıyor. Onuru kırılsın istemiyor. Başkası gelip de kadının ruhunda açılan bu yarayı tam anlamıyla tedavi edemiyor. TV de izliyoruz. Kocasından dayak yiyen kadınlar kendi ailelerine sığınsalar da aradıklarını tam anlamıyla bulamıyorlar. Çünkü bu derdin kaynağı kocaları. Ve dermanın da buradan yola çıkılarak bulunması lazım. Medyada hep dövülen kadına yardım esaslı programlar yapılıyor. Halbuki dövülen kadar belki daha fazla döven kişi psikolojik yardıma ihtiyaç duyuyor. İnsanlarımızın, bilhassa erkeklerin problemlerini şiddete başvurmadan çözme yeteneklerini geliştirmek zorundayız.
ŞİDDET=KAYIP İNSANLAR
Dövülen kadınlarda gözlemlediğimiz diğer bir husus da giderek zihni bir durgunluk yaşanması ve olayları sağlıklı değerlendirememe durumudur. Bunu bir kadın şöyle ifade ediyor: “Öyle bir kuyuya düştüm ki çıkamıyorum." Kadının düştüğü bu durum ona yanlış adımlar attırabiliyor. Nitekim TVde kadın programlarında izliyoruz. Dayaktan kaçıp evlenen kız koca dayağı yiyor. Oradan da kaçmak isteyince bir sürü istenmeyen hadiselerle karşılaşabiliyor. Eğer bir ailede şiddet varsa bunun topluma faturası 1 değil, 5-10 olarak kesiliyor. Çünkü şiddeti uygulayan kişi zaten tedaviye muhtaç, diğeri de örselenmiş kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Buna şahit olan çocukların yarası ise yıllar geçse de kapanmıyor.
Bugün şiddet maalesef toplumumuzun bir numaralı derdi olmaya aday. Belki de öyle. Her ne kadar uzmanlar "şiddetin sebepleri" diye bir sürü madde sıralasalar da mesele dertlerimizi şiddete başvurmadan çözebilme yeteneğini öğrenmekte yatıyor. Öyle ya "işsizim", "parasızım", yahut "işim çok stresli" gibi nedenlerden hangisi şiddeti haklı sayacak bir neden olabilir.
ŞİDDET ŞİDDETİ DOĞURUR
Biz TV olmadan önce de meselelerini şiddete başvurmadan halletmeyi pek bilmeyen bir toplumduk. Ama şimdi en keyifli anlarımızda TVde şiddet içeren programlar seyretmeyi tercih eder hale geldik. En korkunç sahneler hem çocuklar hem de büyükler için olağan manzaralar haline geldi.
Şiddet öyle bir şeydir ki onu besledikçe açlığı artar. Her seferinde kişi dozu biraz daha artırmak zorunda kalır. Aynı dünya hevesatı gibi gadap kuvvesi de onu besledikçe artan ve kişiyi altından kalkamaz hale getirebilen, imtihan vesilesi olarak verilmiş duygulardır.
Şiddetin diğer önemli bir boyutu da iki tarafı keskin bıçak oluşudur. Şiddet karşıdakini yaraladığı kadar (belki daha fazlasını ) uygulayan kişiyi de yaralar.Eğer vicdanı bozulmamışsa bunun ızdırabını çeker. Mutsuz olur. Vicdanı bozuk ise her seferinde daha aç hale gelen bir şiddet müptelası olup çıkar. Tabi mutlu olamayacağı aşikardır. Kendi eşlerine, çocuklarına şiddet uygulayan kişilerin yaptıklarına bakınca inanamıyorsunuz. Neden o seviyeye geliyor? Çünkü burada şiddetin tedrici olarak artırılması var. O kişi belki bu dereceye geleceğini tahmin bile edemezdi.
ŞİDDETİN MANASI
Şiddet mana olarak; 1-Serlik, katılık, peklik.2-Fazlalık, çokluk, ziyadelik.3-Sıkılık.4-Kuvvet ve güç derecesi.5-Hız. 6-Duygu ve davranışlardaki aşırılık.7-İnandırma, ikna etme, sözle yola getirme yerine kaba kuvvet kullanma.” Şeklinde açıklanıyor. Bu konuda Risale-i Nur'da çok çarpıcı tesbitler var. Bediüzzaman Hazretleri insanda akıl, gadap ve şehvet duygularına had konulmadığını belirtiyor. (İşaratü'l İcaz s.29) İnsan bu durumda sınırı nasıl belirleyecek? İşte bu noktada şeriat bize yol gösteriyor. Haram-helal sınırlarını belirterek insanlara yardımcı oluyor. Bir insanı öldürenin bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını bildiriyor. Hatta kalp kıran kimsenin Kabe’yi yıkmış gibi günah işlediğini anlatıyor. Değil insanlara, hayvanlara bile eziyet etmememizi söylüyor. Helali olan eşiyle geçirdiği zamanı ibadet sayıyor. Çoluk çocuğuna harcadığı nafakayı sadaka kabul ediyor. İslamın çizdiği bu gibi sınırlar olmasa bugün dünya yaşanılmaz bir hal alırdı.
ŞİDDET VE KORKU
İnsanların korku filmlerini neden seyretmek istediklerini hep merak etmişimdir. Öyle ya evinde huzurla oturmak varken neden tv yi açıp en acımasız, vahşi sahneleri seyredip korkmak istiyorlar?
Bu konuyu yazmaya çalışırken Risale-i Nur'daki şu cümleler aklıma geldi: "İnsanlar insana verilen cihazatı maneviyeyi eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedi kalacak gibi gafilane davransa, ahlak-ı rezileye ve israfat ve abe siyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna, ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlak-ı hamideye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dareyne medar olur. İşte tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlaksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnat etme! Dünyayı sevme!" Yani, "Fıtratını değiştir! gibi zahiren onlarca malayutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz," hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur."
Demek insanın duygularını yok etmesi imkansız bir şey. Ama bunların yönlerini çevirebilir. Bu, insanların yeryüzünde akıp giden suları kendi istifadeleri için barajlar, göletler ya da kanallar oluşturarak yönlendirmelerine benziyor. İşte insan da coşkuyla çağıldayan, bazen yakıp yıkan (örneğin şiddet gibi) duygularını kontrol altına almasını öğrenmeli, sırasında taşkınlıklara meydan vermemek için bentler oluşturabilmelidir.
Diğer duygular gibi korku duygusu insana verildiğine göre korkmak aslında bir ihtiyaçtır. Ve insana hayatını muhafaza için verilmiştir. Burada dikkate almamız gereken şey korku duygusunu hem dünya hem ahiret hayatımızı muhafazada kullanmamızdır. Yoksa bu dünyada TV deki sanal şiddet sahnelerinden korkup da ahirette cehennem ateşinden korkmazsak bize verilen korku duygusunu yanlış kullanmış oluruz.
Şiddeti önlemede öfke ile beraber korku duygusunun insanda uyanabilmesi önemli bir faktör. Kişi öfkeleniyor ama Allah korkusu aklına geliyorsa öfkesini yenebiliyor. Ne güzel demiş sevgili Peygamberimiz (sav) :"Gerçek pehlivan öfkelendiğinde öfkesini yutandır."
ŞİDDETİN SEBEP VE ÇARELERİ
Günümüzde şiddet olgusunun medyada çok yoğun olarak işlenmesi, haber programlarının neredeyse şiddet haberleriyle dolu olması insanlara merak duygusunu tatminden öte ne kazandırıyor bilemem. (Bu arada merak duygusu da yerinde kullanılmamış oluyor.) Ama toplumumuza, çocuklarımıza kötü şeyler kazandırdığı kesin. Beynimiz bu manzaralarla dolduruyor hafıza ciltlerini. Bir süre sonra en acımasız sahneler normalmiş gibi geliyor. İyi ile kötüyü ayırdetmede akli melekelerini henüz yeterince kullanamayan çocuklar yanlış yollara, şiddete başvurabiliyorlar. Medya böylece şiddeti sadece göstermekle kalmıyor, aynı zamanda öğretiyor, insanlara kabul edilebilir bir davranış biçimi olarak sunmuş oluyor. Siz çocuklarınıza ellerinizi yıkamayarak el yıkamayı, dişlerinizi fırçalamayarak diş fırçalamayı, kötü sözler sarfederek kötü söz kullanmamayı mı öğretiyorsunuz? Eğer öyleyse medyadaki kötü şiddet olaylarını seyretttirip onun yumuşak huylu olmasını amaçlıyorsunuz demektir. Bunun imkansız olduğu ortadadır. Olumlu davranışlar olumlu modellerle öğretilir.
Medyaya hükmedemeyiz. Tabi ki TV programlarını baştan aşağı değiştirme gibi bir kudretimiz,yetkimiz, hakkımız yok. Biz burada sadece kendimize düşen nedir onu yapmalıyız. İnsanlar hem dünyanın, hem ülkemizin haline bakıp ümitsizliğe kapılıyorlar. “Bir benim uğraşmamla düzelir mi” diyorlar. Bizim görevimiz zararlı programları telefonla, o da olmuyorsa evde TVyi kapatarak protesto etmektir. Daha önemlisi ailemizi bu zararlı yayınlardan uzak tutmaktır. En önemli görev ise aile içinde kendimize düşmektedir. Biz şiddetin neresindeyiz, yada şiddet bizim neremizde? Evet içimizdeki şiddet duygusunu nasıl yönlendireceğiz ve dozunu nasıl ayarlayacağız? Problemimizin çözümü bu sorunun cevabında yatıyor. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şeriatın çizdiği sınırı en veciz şekilde açıklıyor: "Ve keza kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki ne maddi ve ne manevi hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz."
Demek biz şiddeti önlemek için kendimizden başlayan bir davranış prensibini edineceğiz. Korkulmayan şeylerden bile korkan, sanal korku filmlerine vakit harcayan biri olmayacağız. Bunun yanında dünyevi ve uhrevi hak ve hukukumuzu sonuna kadar savunan biri olacağız. Meşru olmayan şeylere karışmayacağız. Çocuğumuza şiddetin dozu ne olabilir dediğimizde şeriatin çizdiği sınırlara bakacağız. Bu sınırları aşmış mıyız? Eş ve çocuklarımıza karşı şiddet uyguluyor muyuz? Şiddet fiziksel, sözel yada psikolojik boyutlu olabilir. Hepimiz biliriz bazen bir sözün, bir bakışın bizi ne kadar incittiğini.
Şiddet genelde kendimizden daha aciz kişilere uygulandığı için son derece zulümdür. Kadınlar, çocuklar en çok şiddete maruz kalanlardır. Üstelik ailesinde şiddet uygulandığını gören çocuklar o zaman korkarlar, sinerler. Ama güç kendi ellerinde olduğu zaman ne yazık ki onlar da şiddet uygularlar. Çünkü ailelerinde sorunların çözümü yerine bunu öğrenmişlerdir.
Kısaca yapmamız gereken en önemli şey önce kendimizden başlayarak şiddet unsurlarından arınmaya çalışmaktır. Unutmayalım ki bir gönül yıkan Kabe’yi yıkmış gibi olur.
Alkol kullananların, sokak çocuklarının, ekonomik yetersizliklerin, ahlaki değerlerdeki düşüşlerin, beyin hasarlarının, psikolojik nedenlerin sebep olduğu şiddet olayları ise herbiri ayrı ayrı işlenmesi gereken, çözüme ulaşması için üzerinde yoğun çalışmalar yapılması icabeden konulardır.
Hayrünnisa ŞEN